love struck in the city

Şehir Çocuğunun Yalnızlığı Veya Love Struck In The City

Ben şehirde doğdum büyüdüm. Hem de İstanbul gibi insanı derin dalgalarıyla yutacak kadar koskocaman bir şehirde. İstanbul’dan sonra konakladığım yurt dışı şehirleri de hep birbirine benziyordu aslında. Ahalisini yutmuş ve ardına bakmadan unutmuş kalabalık başkentlerdi bunların çoğu. 

Güney Kore’nin sevilen başkenti Seul’den bahsedecektim ki size, son günlerde Netflix’in gözde Kore dizilerinden Love Struck in the city, (Korece adı:  도시 남녀의 사랑법 Türkçe:  Şehirli Erkek ve Kadının Sevme Yöntemi) gözüme çarptı. Dizinin Korece başlığının neden bu şekilde seçildiğini düşündüm durdum. Sonra bir şehrin insana neler edebileceği, insanı nasıl değiştirebileceği geldi aklıma. Başlık özenle seçilmişti. Şehirli erkek ve kadınlar hızla değişiyor, şehrin hızına ayak uyduracağım derken ayakları kayıyor, yerlerde sürünüyor, sersefil oluyorlardı. Herkes yaralıydı ve bir diğerini yaralıyordu.

Seul’den kaçmak isteyen birçok tanıdığımın ağzında aynı lakırdı:

Şehir boğuyor. Her şey çok hızlı.

Şehir boğuyor. Her şey çok hızlı.

İşte bu hız içinde insan neden yaşadığını, nereden geldiğini, nereye gittiğini ve hatta kim olduğunu unutuyor. Unuttukça hayat manasızlaşıyor. Manasız hayatsa insanı bunalttıkça bunaltıyor.    

Bu yüzden insanlar sarhoş olmak için alkole başvuruyor ve belki de sırf bu yüzden intiharlar arttıkça artıyor. Şehirde medenileşmesi gereken insan, aksine kendini düşünerek yaşadığından gitgide bencilleşiyor, kalpsizleşiyor. Ve kalpsizlik insanoğluna hiç yakışmayan bir şey olduğundan vicdanlar sızım sızım sızlasa da herkes hayatına büyük bir boşlukla devam ediyor. 

Dizimize gelecek olursak konusu oldukça klişe. Sıradan genç bir kadın olan Eung-o, nişanlısının ve yeni başvurduğu şirketin ihaneti karşısında şehirden ayrılarak bir sahil kasabasına yerleşir. Şehirdeki karakterinin tersine bu deniz kenarındaki yaşantısında sıradanlığı bir kenara bırakır, bambaşka birine dönüşür ve aslında hangi karakter tam olarak odur, kendisi de karıştırmaya başlar. 

Konu belki klişe ama k-dizinin konuyu işleme tarzı çok orijinal. Röportajlarla ilerleyen dizimiz şehir hayatını yaşayan 6 karakteri durmadan ilişkiler üzerine konuşturmakta. Her bölümde sorduğu sorularla 6 gencin şehirli kokan bakış açılarını gözlerimizin önüne sermekte. 

Başkentlerin soğukluğunu bilirsiniz… Seul de bir başkent nihayetinde. İlla ki dev dalgalarıyla ahalisini yutacak ve ardına bakmadan unutacak. Hayatta kalmayı başaranlar şehrin soğukluğu karşısında gitgide kalpsizleşecek. Her biri kaçma arzusuyla mırıldanacak her gün:

Şehir boğuyor. Her şey çok hızlı.

Yine de curcunasına, şatafatına, şaşaasına aldanacak herkes. Kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gittiğini unutsa da orda kalmaya devam edecek… O kalabalık şehirde yapayalnız hissetse de şehrin kalabalıklığına aldanacak ve “yaşadığını” sanacak.