Kim Ki-duk

Kim Ki-duk, hiçbir sinema eğitimi almadan dünya çapında ün kazanmış Güney Koreli yönetmen, 25 yıllık sinema yaşamına 25 film ve 64 ödül sığdırdı.

1960 yılında Bongwha’da bir köyde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdu. 9 yaşındayken taşındıkları Seul’de tarım okuluna başladı ancak maddi sıkıntılar nedeniyle 14 yaşına kadar devam edebildi. Yıllarca sonradan “derin bir aşağılık duygusu” olarak tanımladığı sıra dışı fabrika işlerinde çalıştı. Zorunlu olmamasına rağmen 20 yaşında askere gitti ve beş yıl deniz kuvvetlerinde görev yaptı. Ardından “tekrar topluma karıştım” diye anlattığı iki yıl görme engelliler kilisesinde hizmetli olarak çalıştı. 1990 yılında tüm parası ile uçak bileti alarak sanat eğitimi alma isteğiyle Paris’e gitti.

“Beden işçiliği yaptığım için bir an önce kurtulup daha rahat bir iş yapmanın yollarını aradım. O sırada benim yapabildiğim, yeteneğimin olduğu tek şey resim yapmaktı. İkincisi ise fotoğraf çekmekti. Bunlar zaten bir okula gitmeden de yapılabilecek şeylerdi.”

Resim yaparak geçimini sağladığı bu dönemde ilk kez sinemaya gitti. İlk izlediği film Kuzuların Sessizliği ikincisi Köprü Üstü Aşıkları. Filmlerden ve sinemadan çok etkilendi ve senaryo yazmaya karar verdi.

Ne sinema eğitimi almış ne bir yönetmenin asistanlığını yapmıştı

1993 yılında Kore’ye döndü ve film senaryosu yazmaya başladı. Senaryolarını gönderdiği üç yarışmada da ödül aldı. 1996 yılında ilk filmi Crocodilei çekti. Filmde toplu tecavüz travması geçiren bir kadınla, önce intihardan kurtarıp sonrasında kendisi de tecavüz eden evsiz bir adamın arasındaki çarpık bağı anlattı. Yönetmenin sonra ki filmlerinin bir çoğu da bu tema etrafında şekillendi. Trajik koşulların hırpaladığı çoğunlukla seks işçisi olan kadınlarla kurdukları taciz ilişkisi aracılığıyla kendini keşfeden toplumdan dışlanmış erkeklerin hikayeleri.

Şiddet ve tecavüz içeren filmleri izleyicisini ikiye böldü, bir kısmı kadın düşmanlığı ile suçlarken bir kısmı da sosyal alt sınıfın gerçeğini tasvir edişini takdir etti. Eğitimsiz ve deneyimsiz oluşundan hareketle Güney Kore film eleştirmenlerince ağır şekilde eleştirildi. Anlatımındaki sertlik ve karakterlerindeki karanlık yer yer psikopatlıkla suçlandı.

Filmleri Pusan Film Festivali Kore Panoraması bölümünde gösterildikten sonra uluslararası anlamda tanınmaya başladı. Üçüncü filmi Birdcage Inn, Berlin Film Festivali’ne davet edildi, AFI Festivali’nde ise Büyük Jüri Ödülü’ne aday gösterildi.

İmgelerle konuşan yönetmen

Asıl çıkışını The Isle filminin Altın Aslan adayı olarak Venedik Film Festivali’inde gösterimi ile yaptı. Festivalde NETPAC özel ödülüne layık görülen ve film eleştirmenlerince “Acımasız ve güzel görüntülerin ilgi çekici ve garip bir şekilde unutulmaz bir kombinasyonu” şeklinde yorumlanan film daha çok izlerken bayılan ya da kusan izleyicileri ile konuşuldu.

Hiçbir sinema eğitim almadan ve deneyimi olmadan film çekmeye başlayan Kim Ki-duk, yalnızca film çekmiyor, sinematografi ve kurgusu ile de ilgileniyordu. İyi filmlerin tutkuyla yapıldığını söylüyordu. Filmlerinde görsel atmosferi kullanma becerisiyle Güney Kore sinemasında “imgelerle konuşan yönetmen” olarak nam saldı.

Kim Kİ-duk
Bad Guy, 2001

 

 

2001 yapımı Bad Guy filmi hem Berlin Flm Festivali’inde Altın Ayı için yarıştı hem de ilk gişe başarısını elde etti. Bad Guy ile birlikte filmleriyle ilgili tartışmalar da büyüdü. Kadın başrol oyuncusu Seo Won, oyunculuk deneyimini “travmatik bir kabus” olarak nitelendirdi ve mesleği bıraktı.

Kim Ki-duk Güney Kore sinemasında da kabul görmeye başladı

2003 yapımı Spring, Summer, Fall, Winter…and Spring  isimli budizm konulu filmi ise kendi ülkesinde de ün yapmasını sağladı. Bu filmden sonra toplumun dışlanmış kesimlerini daha yumuşak bir uslupla anlatmaya başladı. Dünyanın pek çok yerinden 18 organizasyonda 15 ödül ve 8 adaylık aldı. Güney Kore’nin en büyük iki film ödülü de bunlar arasında: Grand Bell Awards ve Blue Dragon En iyi Film Ödülü.

2004’te Samatarian Girl ile Berlin’de En İyi Yönetmen ödülünü aldı. Aynı yıl 3Iron ile dört tanesi Venedik’te olmak üzere Avrupa genelinde 8 ödül aldı.

İlk kez 2005 yılında Bow filmi ile katıldığı Cannes Film Festivali’inde 2011 yılında çektiği Arirang filmi ile ödül aldı. Kendisi hakkında dramatik belgesel bir film olan Arirang, yenilikçi ve cüretkar çalışmalarıyla genç yeteneklere verilen Un Certain Regard ödülünü kazandı.

2012 yapımı Pieta filmi ile kariyerinin zirvesine ulaştı. 18 festivalde 25 ödül alan film Venedik Film Festivali En iyi Film dalında Altın Aslan’ın da sahibi oldu.

Böylece dünyanın en büyük üç film festivalinin üçünden de birincilik ödülü kazanan Güney Koreli ilk yönetmen oldu.

Kim Ki-duk
Pieta 2012 / Venedik Film Festivali, Altın Aslan

Kim Ki-duk ve savaştan 66 yıl sonra Kore

Sık sık anlamadığı şeylerin filmini çektiğini, bu şekilde onları anlamaya çalıştığını dile getiren Kim Ki-duk, 2016 yılında en politik filmini çekti. Teknesinin motoru bozulunca kendisini Güney Kore’de bulan bir balıkçı casus sanılarak gözaltına alınan balıkçının yaşadıklarını aktardığı The Net filmi. Balıkçı, oldukça sert geçen sorgulamanın ardından Kuzey Kore’ye iade edilir, burada da zorluklarla karşılaşır ve iki ideoloji arasında kapana kısılır. Oldukça muhalif ve ülkesinde de pek sevilmeyen yönetmen, senaryosunu da yazdığı bu filmde de savaştan 66 yıl sonra iki ülke arasındaki ideolojik açmazları anlamaya çalışıyor. Donanmadan ayrıldıktan sonra “bireysel öfkenin Kore içi sorunları çözemeyeceğini” fark ettiğini söyleyen Kim, film ile ilgili şu yorumu yaptı: “Kore, küresel güçler için savaş alanı gibi görünüyor. Sorunumuza kendi bakış açımızdan bakmamızı istedim.” 2017’de tüm dünyada yayılan #MeToo hareketi Güney Kore sinemasına da yansıdı. Bir çok kadın Kim Ki-duk tarafından fiziksel şiddet ve cinsel tacize uğradığını açıkladı, bir kısmı hukuki süreç başlattı.

Ertesi yıl hakkında açılan dava delil yetersizliği nedeniyle düştü, 2018 yılında açtığı karşı dava bölge mahkemesi tarafından reddedildi.

Gerçek hayatım filmlerime benzemiyor

Gerçek hayatının filmlerine benzemediğinde ısrar eden Kim, hayranlarını filmlerine bakarak kişiliği hakkında sonuç çıkarmamaya çağırdı. Bu olaylardan sonra Kore’de halkın karşısına çıkmaktan imtina etti ve ülkeyi terk etti.

Ardından Rusya’ya oradan da Kazakistan’a taşındı. 2019’da Moskova Uluslararası Film Festivali’nin jüri üyelerinden biriydi. Son filmleri, prömiyeri 2018’de Berlinale’de yapılan Human, Space, Time and Human ve Kazakistan’da çekilen ve 2019’da Cannes Marché’de ilk kez sahneye çıkan Rusça drama Dissolve idi.

Kim Ki-duk
Spring, Summer, Fall, Winter…and Spring, 2003

Kim Ki-duk, geçtiğimiz ay hem film çekmek hem de yerleşmek üzere Letonya’ya taşındı.

Covid-19 semptomları ile kaldırıldığı hastanede, 60. doğum gününe on gün kala hayata gözlerini yumdu. Kim’in ailesi Covid-19 nedeniyle seyahat etmek zor olduğundan, cenaze süreciyle ilgili Letonya Güney Kore Büyükelçiliği ile görüşüyor.

Kore sinema endüstrisi Kim Ki-duk’un ölümüyle ilgili sessizliğini sürdürüyor. Şu ana kadar sinema çevrelerinden hiç bir kurum resmi bir açıklama yapmadı.

2019 yılında Boğaziçi Sinema Festivali’nin onur konuğu olarak İstanbul’a gelen Kim Ki-duk katıldığı Sinema+ programında da söylediği gibi, “Tamamen kendi yaşam serüveni…” olarak başladığı sinema yaşamında yönetmenliğiyle “efsane yönetmenler”, ürettiği filmlerle de dünya, Asya ve Güney Kore sinemasının en iyileri arasında yerini aldı.

 

“Nasıl düşündüğümü ve hissettiğimi ifade ediyorum…”

Kim Ki-duk 2002 yılında Bad Guy filmi üzerine Sence Of Cinema dergisine verdiği röportajda, “…karakterin sessizliğinin sebebi nedir” sorusuna şöyle cevap vermişti:

“Filmlerimde konuşmayanların olmasının nedeni, bir şeyin onları derinden yaralamış olması. Tutulmayan sözler yüzünden diğer insanlara olan güvenleri yok edildi. “Seni seviyorum” gibi şeyler söylendi ve bunu söyleyen kişi gerçekten bunu kastetmedi. Bu hayal kırıklıkları nedeniyle inançlarını ve güvenlerini kaybettiler ve konuşmayı tamamen bıraktılar. Döndükleri şiddete bir tür beden dili demeyi tercih ediyorum. Negatif şiddetten çok fiziksel bir ifade biçimi olarak düşünmek istiyorum. Karakterlerime damgasını vuran yara ve yaralar, gençlerin dışarıdaki travmalara gerçekten cevap veremedikleri bir çağda yaşadıkları deneyimlerin işaretleridir. Kendilerini fiziksel tacize karşı koruyamazlar, örneğin ebeveynlerinin sözlü tacizleri veya ebeveynlerinin kavga ettiğini gördüklerinde. Ya da sokakta yürürken biri seni dövdüğünde.

Bu tür şeyler olduğunda çaresizsiniz ve bu konuda hiçbir şey yapamazsınız. Bu deneyimler, o insanlar için yara izi olarak kalır. Şahsen bunun gibi deneyimlerim oldu. Örneğin, geçmişte benden küçük ama fiziksel olarak daha güçlü olan bazı çocuklar beni dövüyordu. Kendimi savunamadım. Ayrıca deniz piyadelerinde, bazı askerler daha yüksek rütbede oldukları için beni mantıksız bir şekilde dövdüler. Bunun gibi deneyimlerden geçme sürecinde kendime soruyorum, bunun neden olması gerekiyor? Yönetmen oluncaya kadar bu sorular bende kaldı ve şimdi bu konular hakkında nasıl düşündüğümü ve hissettiğimi ifade ediyorum.”